Macera Dolu Amerika… Amerika…
Bugün bir başka
güzeldi. Çünkü mübarek 11 aylara girdik. Türkiye’de başladığımız orucumuzu
Amerika’da tamamladık. Yarın teoride Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Gerçi
bayrama girinceye kadar ne çileler çektik. Dün akşam iftardan sonra büyük bir
çok önemli bir tartışma sorunsalımız vardı: Ramazanı 30 güne tamamlayacak
mıydık? Hilal görülmüş müydü?
Muhtemelen bu soruları tartışırken Türkiye çoktan bayram namazını kılmış ve bayramlaşmaya başlamıştı. Malum yedi saat geriden geliyoruz. Niçin 30 günü ve hilal göründü mü görünmedi mi sorularını tartıştığımız da apayrı bir tartışma konusu. Resmen paradoksun diplerindeyiz sanırım. Bu topraklarda Müslüman deyince Araplar geliyor akla. Öyle Avrupa’daki gibi Müslüman deyince Türk, Türk deyince Müslüman kelimeleri pek yanyana gelen ifadeler değil. Araplar, çıplak gözle hilali görünceye kadar orucu bozmuyorlar. Ya da görmeseler de temkinli davranıp bir gün daha ekliyorlar tuttukları oruç günü sayısına. Suud krallarıyla aramız gayet iyi olabilir protokol bazında ancak fetva makamlarının birbirleriyle çarpıştığı kesin. İslam kardeşliği derler ya çoğu zaman, inanın Yunan mitolojisi bile daha inandırıcı unsurlar içeriyor içerisinde. Geçen sosyal medyada bir kullanıcının paylaşımı aslında basitçe özetliyor bize durumu: Dünya enerji rezervlerinin çoğunluğuna sahip olduğu halde Şevval hilalini çıplak gözle mi görmek gerektiğini tartışan 1,6 milyarlık İslam alemi, bayramın hangi gün olacağı konusunda bile ihtilafa düşe dursun, Nasa’nın 2011 yılında gönderdiği Juno, dün akşam başarılı bir şekilde güneş sistemimizin en büyük gezegeni Jüpiter’İn yörüngesine girmeyi başardı.
Muhtemelen bu soruları tartışırken Türkiye çoktan bayram namazını kılmış ve bayramlaşmaya başlamıştı. Malum yedi saat geriden geliyoruz. Niçin 30 günü ve hilal göründü mü görünmedi mi sorularını tartıştığımız da apayrı bir tartışma konusu. Resmen paradoksun diplerindeyiz sanırım. Bu topraklarda Müslüman deyince Araplar geliyor akla. Öyle Avrupa’daki gibi Müslüman deyince Türk, Türk deyince Müslüman kelimeleri pek yanyana gelen ifadeler değil. Araplar, çıplak gözle hilali görünceye kadar orucu bozmuyorlar. Ya da görmeseler de temkinli davranıp bir gün daha ekliyorlar tuttukları oruç günü sayısına. Suud krallarıyla aramız gayet iyi olabilir protokol bazında ancak fetva makamlarının birbirleriyle çarpıştığı kesin. İslam kardeşliği derler ya çoğu zaman, inanın Yunan mitolojisi bile daha inandırıcı unsurlar içeriyor içerisinde. Geçen sosyal medyada bir kullanıcının paylaşımı aslında basitçe özetliyor bize durumu: Dünya enerji rezervlerinin çoğunluğuna sahip olduğu halde Şevval hilalini çıplak gözle mi görmek gerektiğini tartışan 1,6 milyarlık İslam alemi, bayramın hangi gün olacağı konusunda bile ihtilafa düşe dursun, Nasa’nın 2011 yılında gönderdiği Juno, dün akşam başarılı bir şekilde güneş sistemimizin en büyük gezegeni Jüpiter’İn yörüngesine girmeyi başardı.
Sahi bizim astronomlar ne
yapıyor? Zahmet etmeyin ben söyleyeyim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda istihdam
ediliyorlar namaz vakitlerini belirlemek için. Bir de çok çok eskiden pireler
berber iken ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken Büyük Buluşma
dizilerinde Nükleer Araştırma Merkezi konseptinde rol kesiyorlardı.
Karabük'te başlayan hareketimiz evrenselleşiyor. |
Türkiye’yi burada gece
orada sabah vakti ayağa kaldırdık. Tüm alabileceğimiz fetva makamlarını
harekete geçirdik. Öyle ki yan komşumuz Chicago’da Türkiye’den giden
akademisyen arkadaşımızı dahi aradık seferber ettik. Çünkü muhteşem ekibinde
muhterem ilahiyatçı hocalar vardı. Mutlaka bir çıkış yolu gösterirlerdi.
Türkiyeli fetvacılardan kimisi “yahu sizin işin gücünüz yok mu, tamamlayın işte
30 güne” modundayken, kimisi de “yahu yiyiniz içiniz efendim, gün bayram
günüdür” fetvası vermişti. Sonra Chicago ekibindeki hoca arkadaşımız, gruptaki
erkeklerin araba tutarak bir Türk camisinde bayram namazı kılmaya gideceğini
söyledi. Bu yarın bayram yapmalıyız önermesine ulaşmanın ilk adımıydı. Sonraki
adım, Diyanet İşleri Başkanlığı merkezli başka bir kaynaktan geldi. Malum Başkanlık,
fetva makamıydı. Gerçi din işlerini takip etmek dışında herşeyi kontrol etmeyi
seven muaazzam kaynaklı bir bürokrasinin kendisiydi ya. O bilmeyecekti de kim bilecekti? Gerçi,
Muhammed Ali’nin cenazesine Amerika’ya geldiğinde kimse dikkate almamıştı ya Diyanet
İşleri Başkanımızı. Yahu dünyanın neresinde görülmüştü iktidar tarafından
atanmış bir dini lider profili. Amerika’ya da uymamıştı zaten bu profil. Çok
dağıtmamak lazım, oruç konusu mu ne oldu? Başkanlık, hepimiz için basın
açıklaması yapınca; “tutmayın beyler, Bayram yapın.” Biz söz dinleyen
insanlarız. Birisinin bize “HÖT” demesi yeterli. İşler böyle yürür Türkler için.
Tam camiyi bulmuş namaza yetişmiştik. Derken kalabalıklar dağılıyordu. Bayram namazını kılamadık ama o coşkuyu yakından gözlemledik. (Furkan Camisi) |
Hani yeşili seven
bizdik? Atlanta’ya gelmezden evvel Sapanca’ya gezmeye gitmiştik. Yeşilin ırzına
nasıl geçilir ziyadesiyle tecrübe ettik. En son 2000'li yıllarda öğrenciyken gezmiştim oraları ve o zamanlar hayat vardı Sapancada. Şimdilerde ölü toprağı serpilmiş üzerine sanki. Kuruyan derelerden ise hiç
bahsetmiyorum. Karabük’ten başlayıp Artvin’den sonlanan doğanın ırzına geçme
vaka sayısı oldukça fazla. Örneklendirmeye gerek bile olmadığını düşünüyorum.
Atlanta’nın yeşille iç içe geçmiş esrarengiz bir doğası var. Ağaçlar milyon yıl
öncesinden kalmışlar gibi. Saruman’ın kuleleri buralarda bir yerde gibi.
Birazdan ağaçlara emir verecek ve yürümeye başlayacaklar gibi. Ağaçların da
içerisinde olduğu yeşili, bir bebek gibi koruyup kolluyorlar. Dereler
çağlarken, kuşlar hala şehirdeki insanlarla iç içe. Pencereleri açtığınızda kuş
sesleriyle uyanıyorsunuz. Ağaçların arasında sincap sürülerini de görünce de “yuh
be” diyorsunuz. Bunlar, Türkiye’de şehir insanlarının çok sık görebileceği
şeyler değil.
Doğa denince piknik yapmayı; piknik yapmayı da belediyelerin
yaptığı çakma yeşil alanlarda yapmak olarak algılıyoruz. Gerçi biz küçükken
doğanın içine etmeyi başarmışız. Tarlada bağda bahçede çalışırken oraya buraya
abdest bozan insanlardık. Temizlenmeyi de yaprak, toprak ve taş gibi bilimum
materyaller kullanarak yapan insanlardık. Normal bu yaşlara gelince kiteler
halinde doğanın içine etmemiz.
Aslında Atlanta’da şaşırılması gereken
kapitalizm nasıl olur da bu kadar yeşil ve doğal bırakabildi buraları. Şimdi
oradan bir yerden komple teorisyenlerinin kafalarını çıkarttıklarını görür
gibiyim: “Abi onlar Doğu’ya gelip bizleri sömürdüler, kapitalizmi iliklerimize
kadar işlediler” diyenler mutlaka vardır. Bu sömürü edebiyatından hiç hazzetmem.
Hazzetmediğim bir başka mevzu da medeniyetten anladığımız önemli şeylerden
birisinin “göt yıkamak” olduğuydu. Avrupa’da ve Amerika’da nereye giderseniz
gidin “bunlar pisliğin içinde geberiyorlardı. Bunlara temiz olmayı biz öğrettik”
hikayesini dinlersiniz. Oysa Atlanta’da marketin birindeki tuvaleti kullanırken
içimden tam olarak şu geçer: “Ulan sen evde sokakta otobüs mola yerlerinde
kakanla vedalaşmayıp arkadan küfür ettiren adamsın. Göt yıkama edebiyatı senin
neyine.” Tabi ki temizlik imandandır sözünün geçerliliğini kabul ediyorsanız bu
şehrin caddelerine baktığınızda buralar çoktan imana gelmiş dersiniz. Bank of
America’da yerde serili halılar bile haddinden fazla temiz. İnsanlar kamusal
alanları evleri kadar temiz kullanmaya çalışıyorlar.
Banka
demişken, hesap açtırmak için bankaya uğramıştık. Banka görevlisi bir kadın
bizi kapıda ayakta karşıladı. Nasıl göğsümüz kabardı. Sizi alıyor, sorununuzu
tespit ediyor ve sonrada sizi birisine teslim ediyor. Ama bu kadar rahatlığa
insan Ziraat Bankası kabalığını ve coşkunluğunu da özlemiyor değil ha. Atlanta’ya
gelmeden önce Ziraat Bankasına gitmiştim. Dünyalık üç beş para işini halletmek
için. Üst kat komşumuz teyzem yanıma geldi: “Hayırdır evladım” diye soruverdi. Derdimi
anlattım, o da gayri ihtiyari konuşmaya başladı. Meğer teyzem de ahretlik
işlerini halletmeye gelmişti. Ne miydi? 8 kişilik mezar yeri satın almaya.
Gözünü sevdiğimizin teyzesi: “Ah ah evladım, geçen sene kalp yokladı beni.
Doktorlar bir daha yoklarsa gidersin dediler. Bende gitmeden ailecek bir yer
satın alayım kendime dedim. Hem belediye erken alımlarda indirim de yapıyor.”
Şimdi ben bu teyzemi burada aramayıp da ne yapayım. Gerçi Safranbolu’da
belediyenin en popüler alanlarından birisi mezarlık işleri. Normalde hiçbir şey
yapmayan belediye, özellikle emeklilere sorunca “evladım, belediyemiz iyi
çalışıyor, mezar yerleri harika, indirimler de güzel, her işi de görüyor
mezarlıkla ilgili” cevabını alırsınız. Unutmadan bankada koltuğun bir tanesinin
arkasında Sony marka eski bir kasetçalar koydular. Radyo açıktı ve inceden
inceye müzik yayını vardı. Müziğe teslim ediyordunuz kendinizi. Ama yandaki
koltukta gelinlerini çekiştiren iki adet kaynana da olsaydı ne iyi olurdu ha.
Denizden babam çıksa yerim modu. Ama bizim mide pek kaldırmıyor bu kadar renkliliği. |
Temizlikten
söz etmiştik ya, caddeler oldukça temiz ve düzenli. Üst üste binmiş binalar
bulamazsınız burada. Hala gökyüzünün göründüğü bir seviyedesiniz. İnsanlar
aşırı derecede bireyselleşmiş olabilirlerdi belki ama gözleriniz nefes
alıyordu. Çünkü estetik vardı etrafta. Arkasından ruhunuz o düzen ve sakinlik
içerisinde kendini dinlendiriyordu. İki gündür yağmurun yağması iyi oldu, çünkü
yollarda tek bir su taşkını olmuyordu. Muazzam bir alt yapı. Ninja Kaplumbağalardan
yabancı değildik gerçi bu altyapıya ama yakından gözlemleyince insan daha iyi
farkediyor farkı. Öyle mezar modunda yapılmış kanalizasyon kapakları asla
bulamazsınız.
Kimi zaman Türkiye'deki o kaosu aramıyor değiliz ha. |
Onlara bakarken aklıma iki şey geldi. İlki “yol medeniyettir”
deyip yollarımızın caddelerimizin sokaklarımızın bir bok benzemediğini tecrübe
etmek. İkincisi de Safranbolu belediye başkanının yağmurun yağdığı zamanlarda
hayatın felç olmasından şikayetçi olduğumuz durumlarda “Japonya gibi büyük
ülkelerde de böyle şeyler olabiliyor” deyip bizle komple kafa bulması geldi.
Gerçi biz de devlet geleneğidir, Alt ve orta gelir grubuna ait Toki evleri için
dere yatakları oldukça idealdir. Zonguldak/Gökçebey’de çok yakından şahit
olabilirsiniz ilçeye girerken sağ tarafta. Gerçi Toki’yi tebrik etmek lazım,
arada da bizim üniversitenin kampüs alanı içerisindeki heyelan bölgesine de
evler yapabiliyor. Allah zeval vermesin der, dua eder yaşar gideriz.
Buna verilen yanıtı da koymak isterdim ama Sayın Başkanım engellemiş beni. |
Tabi
ki de eklemek gereken birkaç nokta daha var. Yol işçisi otobüs şoförü kadınlar
var sokakta. Hani sizin de bildiğiniz türde kadın. Türkiye’de sıklıkla tecavüze
uğrayan, öldürülen, iş hayatından dışlanan kadın. İşin daha da önemli bir tarafı hem kadın hem de
Afro-Amerikan. Çifte ayrımcılığın için etmiş çoktan bu topraklar. Kuşkusuz Türkiye’de
biz özellikle Belediyelerin çiçek ekme ve temizlik işlerinde görmeye alışık
olduğumuz için kadınları, bu durumu yabancılıyor olabiliriz. Sahi yerel
yönetimlerinde traktörlere doldurduğu kadınlara çiçek ektirme ve temizlik
yaptırtma kafası neyin kafası? Çözümlemiş olan varsa bize de anlatsın dinlemeye
hazırız.
Muhterem uzay boşluğu sanki. |
Bugün
için son satırlar insanlara dair. Her gün sokakta gözünün içine bakıp seninle
selamlaşıp ve üstüne üstlük sana gülümseyen insanlarla karşılaşmak en
keyiflisi. Biz de erkeksen bakıver birisinin gözünün içine. Sonucun ne olacağı
konusunda detay vermeme hacet yok sanırım. Bütün bunları birlikte düşününce
uzun bir süre daha medeniyet dendiğinde “göt yıkamayı” anlayacak gibiyiz.
Hz. Ali'nin dediği gibi, günahsız geçen her gün bayram...
Hz. Ali'nin dediği gibi, günahsız geçen her gün bayram...
Tarih: 06.07.2016. /Saat: 1.27